27 Nisan 2011 Çarşamba

Çocuktuk, Büyüdük ve Kaybettik.

4.5 ay sonra ilk defa buraya bir şeyler karalamayı istedim. Şimdiden itiraf ediyim, bir melankoli havası var üstümde, evet. Ama çok geçerli sebeplerim var. Kendimi biraz sana tanıtıyım blog. Adımı taşıyorsun ama ayda yılda bir girdiğim için pek ısınamadık. Ben 1995 senesinde İstanbul'a yerleşme amaçlı olarak geldiğimde Beylikdüzü'nü tanıdım ilk. İnanır mısın, etrafta arkadaş olunacak insan bile yoktu. Neden dersen her taraf şantiyeydi, yeni binalar yapılıyordu. Gel zaman git zaman ana okulu ve 8 senelik eğitimimi de orada aldım. Ondan sonra lise için başka bir ilçeye gitsem de ilk 2 sene yine Beylikdüzü'nde oturuyordum. Bu tanışıklığın üstüne hiç planlamadığım boş 1 saatimde nasıl 10-15 yıllık bir nostalji yaşayabildim ona geçelim.

Otobüsten indiğim andan itibaren çocukluğumun başladığı ve sonlandığı o sokaklarda bomboş dolaşabilecek bir saatim vardı. Hiç bir plan yapmadım, sadece alışkanlıklarımın önce beynime sonra da ayaklarıma hükmetmesine izin verdim. Ve anılar beni sondan başa götürdü. Önce aşık olmayı öğrendiğim ve ilk ( belki de tek ) aşkı yaşadığım o labirentli yolda buldum kendimi. Seni hatırladım, kavgalarımızı, kimseye yakalanmadan seni bir saniye daha fazla öpebilmenin hesaplarını...

Sonra ilkokulum, arka kapısını gördüm. Ana sınıfındayken içinde canavar olduğuna inandığımız kömürlüğü ve yanında belki de benim canavarlaştığım spor salonunu. Demir çemberlerine bıkmadan şut attığım, ilk defa şampiyon olmanın ne demek olduğunu tattığım spor salonu... Sonra yürüdükçe parkı gördüm, dersten kaçıp sığındığımız yangın merdivenlerini, mermer büstü, bazen camı kırık oturduğumuz sınıfımızı. Hepsinde ne vardı biliyor musun? Hepsinde ben gülüyordum. İstisnasız gülüyordum, canım acırken bile. Çünkü o yarayı yine o park kapatacaktı, o merdivenler ya da o merdivende oturan kardeşler, labirentli yoldaki sevgili. Bunları bilince insan canı acısa da takmıyor. İşte belki o yüzdendi dizimiz kanarken bile mahalle maçlarına devam etmemiz. Belki o yüzdendi okula giderken hep hayıflansak da tatillerde şafak saymamız. Sırtımda çantayla çıkıp yürüdüğüm çamlı yolda annem acaba ne yemek yapmıştır sorusu değil bu yol artık beni eski huzuruma çıkarmıcak gerçekliği yüzüme vurdu. Hastalandığımda geçici çözümler için geldiğimiz poliklinik, ah o iğnelerin acısını bir ben bilirim...

Sürü halinde gittiğimiz o çamlı yolda, herkesin bir ayrılma noktası vardı. Hepimiz bir gün sonra yine aynı yerde buluşacağımızı bilerek, gözümüz arkada kalmadan ayrılırdık. Şimdi ki gibi ortak bir zaman kollayıp 2 saat muhabbet edebilmenin peşinde koşmuyorduk. Eve girdikten sonra hepimizin arasında gizli bir yarış vardı itiraf edin; hangimiz daha önce dışarı çıkacak diye.

Yıllar yine geçti, yine geçti. Büyüdük galiba. Aşık oldu bir çoğumuz. Ben de oldum. Hem de öyle bir aşk ki bana adım gibi bildiğim sokakları unutturdu, gün geldi dizlerimin bağını çözdü, tek nefeste yürüdüğüm yollarda kıpırdayamaz halde oldum.Bu arada atlamadan söylemeliyim. Beylikdüzü de biz büyürken sürekli AVMler doğurdu. Her adım başı hem de. Hiç birini sevmiyordum açıkçası. Nereden bilebilirdim ki bir tanesi bizim aşkımızın başladığı yer olsun, diğeri bizim birbirimize kavuşmalarımıza şahit olsun. En son açılan da ayrıldıktan sonraki görüşmeye nasip oldu. Konumuza dönersek, elele yürüdüğümüz sokaklarda hep birileriyle karşılaştık. Hepsi benim çocukluğumda payları olan insanlardı. Ve itiraf ediyim mi ben onları görmekten hep çok mutlu oldum. Çünkü benim mutluluğumu görmeyi isteyecek insanlara ben ne derece anlatabilirdim ki mutlu olduğumu. Onlar her karşılaştığımızda bunu yüzümden, gözlerimden belki sana bakışlarımdan çokça defa anladılar. Sen ise utandın, çekindin belki de ama ben gururluydum seninle olmaktan. Her zaman ki gibi...

İkimizde çok güzel!! seslerimizle şarkılar söyledik yeri geldi, bazen kavga ediyorduk yolda yürürken, birimiz susuyordu ( genelde de haklı olan oydu zaten), bazen de sana daha sarılmadan 10 metre uzağımdayken anlıyordum canının sıkkın olduğunu... Benim canım hiç sıkkın olmazdı senin yanında. Canımın yanında sıkkın olmazdım ben.

Sonra noldu biliyor musun? Biz yine büyüdük, bu sefer baya büyüdük. Mesela ben artık Beylikdüzü sokaklarına vurmuyordum kendimi, o temiz havasını içime çekip kafamın estiği yerde bağıramıyordum. Çünkü oradan ayrılma zamanıydı. Hayatımın ilk büyük ayrılığıydı. Ben aynı anda hem evimden hem çocukluğumdan ayrıldım. Ve bilmiyordum ki ben ailemin bir parçasından da orada ayrılmışım. Sonra hedeflerimiz oldu. Üniversiteye gitmeliydik. Bunun için de çok realist bir sene geçirip eksiklerimizi gidermeliydik. Ama belki de ben her matematik eksiğimi kapattığımda, senden eksildim. Bir baktık ki eksik konumuz kalmamış. Sınav bitmiş, bize "Siz bu puanı hakettiniz" demişler. Ama bir şeyi atlamışlar. Ben o puanı hakederken BİZ'den uzaklaşmışım, sende öyle. BİZ yalnız kalmış. Ve o yalnızlık artmış, artmış, artmış...

Sensiz uyandığım ilk sabah... O gün hiç sabah olmadı. Ondan sonraki birkaç gün daha güneş doğmadı sanki. Yine sensiz bir gündü. Görüşmemiz gerektiğine inanmıştık. Yine o çamlar, yine o hava, yine o yolları yürüyerek geldim oraya. Seni gördüğümde yılların verdiği alışkanlık vardı belki, sarsılmadım. Kokunu duydum, yutkundum ve gülümsedim. Sonra sen giderken arkandan baktım, sen dönüp beni göresin diye değil. Benden seni uzaklaştıran o her adımını saydım. Her adım içime kazıdı artık senin olmadığını. O gün seninle arşınladığımız o yollardan son kere geçtim, senin kokunla.

Ben o yolları bıraktım ama rüyalarım çakış taşlarını bile hatırlatıyordu bana. Ve bir gün yine seni rüyamda gördüğüm bir gün, uyandığımda bu şarkı çalıyordu.

Uzun zaman oldu söylemeyeli ; Seni çok seviyorum...

http://fizy.com/#s/1ahsyv

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder